YAKUP
- Deniz Poyraz Kırmanlı
- 7 Mar 2017
- 3 dakikada okunur
Adı Yakup, soyadını bilmiyorum ama 28 yaşında ve ilkokul mezunu olduğunu, askerliğini Batman'da yaptığını, Batman'a gidene kadar bu ülkede böyle bir yer olduğundan bile haberdar olmadığını biliyorum.
18 Aralık 2011, yağmurlu, puslu, soğuk bir pazar akşamüzeri, havanın yeni karardığı zaman diliminde ateş istemek için yanına yaklaşıp da sohbet etmeye başladığımda tanıyorum Yakup'u. Niye ateşi aldıktan sonra uzaklaşmadığım yada ıslanmaktan korunmaksa da amacım neden sohbete başladığım muamma, başlıyorum konuşmaya.
O, onun ile konuşuyor ve hiç susmuyor olmamdan, ben verdiği cevaplardan şaşkın onu rahatsız hissetiren ilk 15 dakikayı atlattıktan sonra birden bire "biliyor musun, ben sevgilimden ayrıldım, hiç güvenemedim kendisine" diyiveriyorum. Önce bir şok oluyor ama o kadar şeker ve içten "üzüldüm, umarım her şey düzelir" diyor ki içimden, dışımdan gülümsüyor ve soru bombardımanına tutuyorum. Ben soruyorum Yakup cevap veriyor, daha rahat ve güven içinde.
Zor bir hayatı var Yakup'un...Bir ayakkabı atölyesinde işçi olarak, 300 Lira yövmiye ile sigortasız çalışıyor. Döküm işçisi, emekli bir babanın ve ev kadını bir annenin 4 çocuğundan biri olarak, kazandığı ile ailesine yardım ediyor. 28 yaşında ve ne sevgili, ne de normal olarak hiç kız arkadaşı olmamış. Sevdiğin var mı peki diyorum, yok diyor. Birini sevdin ama şimdiye kadar değil mi diyorum, yok diyor. Nasıl olur ayol, neden hiç sevgilin olmadı şimdiye kadar ki diye soruyorum, önce olmadı işte diye kestirip atıyor, sonra sıkılgan ve daha çok karnından gelmiş kısık bir sesle "kim beğenir ki beni bu halimle?" diyor. Yine şaşırıp ne varmış ki halinde, gencecik adamsın diyorum ve o zaman karanlıktan farkedemediğim sol kulağından, dudak kenarına uzanan yanık izini gösteriyor.
9 yaşında arkadaşlarıyla sokakta tiner ve ateş ile oynarken patlayan tiner ile tüm vücudu yanıyor Yakup'un. O küçücük yaşında 3 ayda 5 ameliyatın ve şimdi bu yaşında tüm vücunda bıraktığı hiç geçmeyecek izlerin acısını yaşıyor. Halinden, en çok da yaz aylarında denize girmekten utanıyor. Insanların ona acıyarak ve hastalıklıymış gibi bakmasından rahatsız oluyor, herkesten geri çekiyor kendini.
Sen söylemeseydin ben farkmezdim diyorum; karanlık da ondan farketmedin diyor. Tamam olsun ne fark eder, sonuçta bu sadece bir yara, senin kim olduğun değil ki, mutlaka bunları değil senin içini görecek birileri vardır diyorum ama çok ikna olmuyor.
Anlattıkça anlatıyor Yakup, içim eziliyor, kolay değil hayatı görebiliyorum ama en çok da hayallerini sorduğumda üzulüyorum. Hiçbir hayalinin olmadığını, şimdiye kadar hiç hayal kurmadığını söylüyor. Nasıl olabilir böyle birşey, mutlaka vardır istediğin birşeyler diyorum, yine yok diyor kafasını sallayarak sakince. Kendisine biçtiği 50 senelik (!) hayatta hiç hayali olmadığını söyleyip, kestirip atıyor. Sen Tanrı'ya inanıyorsun ama değil mi diyorum, tabii diyor; tamam işte ondan ne istersen olur diyorum ama yukardakinin kendisini görmediğine inananlardan, bu dünyaya neden geldiğini ve bir amaca hizmet ettiğini bilmeyenlerden olduğunu farkettiğimde o kadar üzülüyorum ki birşeyler yapmam, bu çocuğu kavrayıp omuzlarından sarsmam lazım diye hissediyorum.
Yapma Yakup vardır mutlaka istediğin birşeyler, tamam şimdiye kadar olmadıysa bile, şimdi bana "olsa ne güzel olur" diyebileceğin şeyleri söyle, düşünme, saçma da olsa söyle diyorum ve dökülüyor Yakup.
Düzgün bir kızla evlenip, üç yada dört çocuğu olsun, ortaokulu dışardan bitirip, kendi atölyesini kurduğunu hayal ediyor çocuk. Ben evlensem evimden işimden başka bir şey görmez gözüm, onlara güzel bir hayat vermek için çok çalışırım diyor. Ağzım kulaklarımda, keyfim yerine geliyor. Tamam bundan sonra her akşam bunları isteyeceksin Tanrı'dan diyorum, sen isteyeceksin O sana verecek, sen onları gözünün önüne getireceksin, O hayatına getirecek, sen hep isteyeceksin, O gerçekleştirecek diyorum, bakıyor yüzüme şaşkın şaşkın. Şimdi bana bunları yapacağına söz ver diyorum, inşallah diyor. Inşallah maşallah yok, söz ver bana diyorum, ayak sürüyor, söz verirsem yerine getirmem gerekir, denerim diyor. Ama bu sefer inat eden ben oluyor, nuh diyor peygamber demiyorum, bak benim artık gitmem lazım, sen söz vermeden gidemem diyorum, peki söz veriyorum diyor.
Benim adım Deniz, seninle tanıştığıma ve sohbet ettiğime çok memnun oldum, unutma söz verdin deyip sarılıyorum Yakup'a. Bir kış pazarı canı hafif sıkkın, aradığı hiçbir arkadaşı gelmeyince, Odakule'de bir duvar kenarında öylece durup, bir saçak altında sigarasını içerek etrafına bakınan çocuk, yanına yaklaşıp da tam bir saat onunla sohbet eden, çok büyük hayalci bir annenin deli kızına sarılıp "seni acaba bana Allah mı gönderdi, sen bir melek misin?" diyor.
Ben ağzım kulaklarımda, içimde inanılmaz bir huzur, hiç tanımadığım ve bir daha hiç görmeyeceğim, adı Yakup, soyadını bilmediğim temiz kalpli bir çocuğun gerçek anlamda hayatına dokunmaktan ve ona birşey katmış olduğumdan emin ayrılıyor ve yürüyorum.
Arkama bakmıyorum, arkamdan baktığını bildiğim halde.

Comentários